Demokratik ve çoğulcu Türkiye’nin inşasının önünü açmak için bu seçimlerde tekçilerin, milliyetçilerin, cinsiyetçilerin, kadın ve mülteci düşmanlarının iktidardan indirilmesi gerekiyor.

 Türkiye, Çözüm Süreci’nin 10. yılında tarihinin en kritik seçimlerine hazırlanıyor.

2013-2015 Çözüm Süreci, Türkiye’nin köklü sorunlarının başında gelen Kürt sorununun çözümünün toplumsal zeminleri güçlendirilebileceği en önemli siyasal fırsat olarak belirmişti.

2013 Newroz’unda beliren fırsatın ve çözüm sürecinin kazanımlarının değerlendirilememesi bilerek, isteyerek ülkenin çok yönlü ve boyutlu krize sürüklenmesine neden oldu.

Ülkede, 7 yıldır, toplumsal duyarlılık, kültürel, sosyal ve siyasal atmosfer, kurumsal yapı, kamu hukuku, hak, hukuk, adalet, özgürlükler, iç ve dış ilişkiler ve yönetim kamu kurumları ve siyaset eliyle tam tersine bir istikamete, otoriterleşme yoluna son sürat ilerletildi.

Saray’ın tek kişi ve tek kimlik yönetimi siyasi, ekonomik, sosyal ve kültürel tercihleri, ülkede siyasi ve ekonomik çöküntü yaşanmasına yol açtı. Çatışma siyaseti ve dili en çok barış arayışlarının toplumsal zeminini tahrip etti.

14 Mayıs 2023’te yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve 28. Dönem Milletvekili Genel Seçimleri ülkenin bu yolda gidişatına ilişkin bir seçim olmaktan daha çok bir referandum olacak. Sandık başında seçmen, yapacağı tercihle ya Recep Tayyip Erdoğan eliyle Saray rejimine onay verecek ya da Saray rejimine son verme iradesini sergileyip, direniş gösterecek.

YENİ FIRSAT NORMALLEŞME

İkincisi bir anlamda ülkenin normalleşme sürecine girmesinin kapısını aralayacak, barış yolunu işaret edecek. Ülkenin bu yola girmesi, halkın, mevcut siyasal tablo ve gerçeklikte Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nu tercihiyle mümkün olacak.

13.Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, hedefinin tek adam rejimini değiştirmekle sınırlı olmadığını, düzenin değişimini de hedeflediğini ifade etmektedir. Bunun için sık sık parti adına bazı konularda özeleştiriler yapıyor, değişim için partililerine “önce biz değişmeliyiz” çağrısı yapıyor. Bu hedeflere ulaşmanın epeyce zorlukları ve sınırları olduğu çok açıktır. Ya da partisinin demokratik değişime hâlâ çok uzak olduğu ve örtük bir direncin olduğu, gizlenmesi imkânsız bir gerçektir.

Diğer taraftan son birkaç yıldır CHP’de ciddi bir farklılaşma göze çarpıyor. Son bir yıldır CHP Genel Başkanı, partisinin geleneksel çizgisini zorlayan ve toplumda oluşan beklentilere belli düzeyde yanıt niteliğinde adımlar attı. Statükocu CHP için ‘radikal’, toplumun istemleri ve beklentiler için küçük, ama simgesel ağırlığı yüksek adımlarla bugünkü süreci inşa etti. Kılıçdaroğlu, partisinin sınırlarının ötesine ulaşan bugünkü desteği, toplumun değişim isteğini sahiplenerek yakaladı.

Recep Tayyip Erdoğan’ın toplumu kutuplaştıran, düşmanlaştıran ve tekleştiren yaklaşım ve politikalarının karşısına; partisinin geleneksel yapısını zorlayan, çoğulcu toplumsal yapıyı kucaklamaya, barıştırmaya çalışan tutum, davranış, yaklaşım ve politikalarla çıktı. Kılıçdaroğlu’nun bu çabaları Türkiye’nin normalleşmesine hizmet etmektedir.

Normalleşme, anayasal hukukun uluslararası sözleşmelere ve insancıl hukuka uygun etkinleştirilmesi, istisnasız anayasal kurumların katılımcı ve çoğulcu bir siyaset anlayışıyla işlevli kılınması anlamına gelmektedir. Bunlar aynı zamanda tek adam rejimine son vermenin ve demokratik güçlendirilmiş parlamenter rejime geçişin ilk adımları olmak zorunda. Türkiye bugün bunlardan bile mahrum olduğu için, bırakalım Kürt sorununun çözümünden/barıştan uzak olunmasını, sorunun konuşulmasından bile uzak. 2013-2015 çözüm süreci kazanımlarından söz etmek artık muhaliflerce ayıp karşılanıyor, toplum bu konularda gerilere savruldu.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun cumhurbaşkanlığı adaylığı bu açıdan bir fırsat olarak değerlendirilmek zorunda.

Sol, 2013-2015 Çözüm Sürecinde düştüğü yanlışa tekrar düşmemelidir. Beliren fırsatı demokratik kazanımlara dönüştürmenin yolu, yöntemi bulunmalıdır.

Bunların başında, geçmiş siyasal bagajları tek veri alarak, siyasal tutum takınma tavrı eksikliği gelmektedir. Bilindiği gibi çözüm sürecinde birçok kesim, AK Parti’nin siyasal İslamcı kimliği ve bagajı nedeniyle, ‘barışı savunmaktan ve fırsatı değerlendirmekten uzak durarak’ süreci izleme pozisyonunda kaldı.

Bu pozisyonun; evrensel barış hakkını savunmaktan, asit kuyularında, sokak ortasında öldürülen Kürtlerin katillerinin bulunmasından, eşit yurttaşlık talebini elverişli siyasal ortamı değerlendirerek daha yüksek bir sesle ve etkili bir biçimde dillendirmekten imtina etmek demek olduğu görüldü. Siyasi eleştiri, uyarı, politikalarda tutarlılık arama, risklerden uzak durma tavrı, edilgen ve reddiyeci bir siyasete dönüştü. Bunun ağır siyasal, toplumsal bedelini 7 yıldır bütün ülke ödüyor.

Diğer yandan sürecin önündeki riskleri, sorunları görmeme, hâlinin altına süpürme tavrı masayı değirdi.

Bugün muhalif partileri oluşturduğu ittifakların medya araçları üzerinde iç tartışma sürdürmeleri ve birlerini dizayn çabaları 3 Mart krizinin yeniden gündeme getirme potansiyeli taşımakta. Milletvekili listeleri hazırlanması ittifaklar için büyük bir mayınlı tarla gibi risk barındırıyor.

Bugün tam çözüm sürecindeki gibi durum yok ama muhalefetin desteğinin aktif ve etkin olmaması, benzer bir sonuca yol açabilir. Çözüm süreci sonrasında olduğu gibi toplumsal psikolojinin çöküşüne ve derin siyasal depreme neden olabilir, otoriter yönetimde yeni bir evreye geçilmesi sonucuna yol açabilir.

Şimdi en önemli konu, Cumhur İttifakı’nı her iki seçimde sandıkta yenmektir. Yetmez. Artı ülkenin yeni rotasının barışa, demokratikleşmeye, sosyal eşitliğe, adalete çevrilmesi için, yeni yönetimi zorlayacak, teşvik edecek güçlü sayısal olarak yeterli bir Meclis aritmetiğine ulaşmak şart. TBMM ‘de çoğulcu, güçlü ve etkili bir demokrasi ve barış bloğuna ihtiyaç var.

Barış Vakfı’nın 2023 Seçimleri Tutum Belgesi’nde ifade edildiği gibi “demokratik, özgür ve eşit bir toplum inşası ancak kutsal barış hakkının tanınması ve bu uğurda gösterilecek çabaya bağlıdır”.

Bu seçimlere bu açıdan baktığımızda; demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten yana olan herkesin omzuna yüz yıllık Türkiye tarihinde hiç olmadık büyüklükte bir sorumluluk yüklenmektedir.

Demokratik ve çoğulcu Türkiye’nin inşasının önünü açmak için bu seçimlerde tekçilerin, milliyetçilerin, cinsiyetçilerin, kadın ve mülteci düşmanlarının iktidardan indirilmesi gerekiyor. Yeni tip tekçiliğin, milliyetçiliğin önünü ise, rejim ve düzen değişimi hedefiyle hareket edenlerin ortak tutumuyla sandıktaki zaferi kesecektir.

Umutlu olmak için nedenler var, ama hayale kapılmamak için çok daha fazla sorunla karşı karşıyayız. Umutları büyüterek hayallerimize ulaşabiliriz. Fırsat kapımızı çalıyor. Seçimlere barış açısından bakmak gerçekçi olup, imkânsız görünen için mücadeleyi gerektirir.