8 MART VE NATAŞALAR

8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü, Ukrayna ve Rusya arasındaki savaş gündeminde anılacak. Küresel faşizmin tanklı toplu bir gösterisi yaşanıyor Avrupa Kıtası’nda. Hani şu Ortadoğu, Afrika ve Asya ülkelerinde yerli ve milli faşizmi üretip besleyen ABD ve ona bağlı koalisyon ülkeler. Yaşam hakkı, hukuk, demokrasi ve özgürlüklerin kıyımları konusunda sadece “Endişeyle karşılayıp kınama” açıklamaları yapan AB üye ülkeleri şimdi gerçekten endişeliler mi acaba? Hiç sanmıyorum… Birkaç gündür işgal altındaki bölgelerden gelen haberler ve görüntüler korkunç. Daha korkunç olanı, bu savaşın ülkemize olumsuz etkilerine rağmen sosyal medyada yer alan Ukraynalı kadınlarla ilgili yapılan iğrenç espriler…

Canım ülkemde her gün onlarca kadının taciz, tecavüz ve cinayetlerinin yaşanıp faillerinin aklandığı sistemin güzide insancıkları, Ukrayna’nın savaş mağduru kadınlarına kucak açmış bekliyor. Savaşın ne demek olduğunu ancak ki evlerine bombalar yağıp kendilerini bir can pazarında bulduklarında anlayacak olmaları, yine biz kadınların derdi ve yüreğinde ağır bir acıdır. Gidişatın Üçüncü Dünya Savaşı’na evrilmesi tehlikesini göremeyip yüreği buna titremeyenler, cinsel açlıklarını giderebilecekleri, savaş mağduru sarışın, mavi gözlü, güzel kadınların gelip gönülleri şenlendireceğinin umudunda.

1991’de SSCB’nin dağılmasıyla birlikte Rusya ve birliğe bağlı ülkelerde yaşanan şiddetli ekonomik krizin yarattığı buhrandan kaçarak yaşama tutunmaya çalışan insanların umudu olmuştu ülkemiz. En çok da kadın ve çocukların oluşturduğu bu göçmen akını, yurdum insanını pek bir sevindirmişti. Hangi ülke, din, eğitim, kültür ve yaşadıkları çaresizliğe bakılmaksızın hepsine ortak bir isim bile verilmişti “NATAŞA”. Oysa hepsinin birer kişiliği, kimliği, adı ve soyadı vardı. Memleketin fuhuş sektörü bir anda ivme kazanmış, büyük şehirler ve özellikle Karadeniz Bölgesi’nde sosyal doku, bu göçmenlerle birlikte yeni bir hâl almıştı. O dönemi çok iyi hatırlarım, gelenlerin hemen hepsi iyi eğitimli, yetenekli, kalifiye insanlardı. Öğretmen, doktor, mühendis, mimar, ressam, müzisyen…gibi meslekleri vardı. 1917 8 Mart’ında Rus Çarı’nı tahttan indiren emekçi kadınların kızlarıydı Nataşalar. Ama hepsinin istihdam edileceği alan belliydi, o da fuhuş sektörüydü. Zenginlerin evlerine bakıcı-yardımcı diye aradıkları çalışanlar için ilk tercihe girebiliyorlardı genç ve gösterişli olan kadınlar. Kendilerine kalıcı bir sığınak bulabilme adına yapılan nikâhsız evlilikler, ikinci ya da üçüncü eş konumunda olmak, kadınlarınki hariç başka yüreğe dokunmuyordu. Bu birlikteliklerden doğan çocuklarla çekilen acılar ve yaşanan dramlar ayrı birer hikâye olarak kaldılar. Sonra valiz ticareti… Üç beş parça eşya getirip önceleri sokaklarda daha sonra pazarlarda görebildik o insanları. Yirmi beş yıl kadar önce, o pazarları gezme ve alışveriş yapma imkânım olmuştu Rize’de. Satıcıların neredeyse hepsi kadındı, sıfatları da Nataşa’ydı. Sattıkları; el emeği, göz nuru, her biri sanat eseri niteliğinde ürünleri ilgimi çekmişti. Satın aldığım birkaç parça ürün hâlâ kullanılır durumda.

SSCB’nin dağılma sürecinde yaşanacak kaosu engelleyebilecek tek güç ABD, Batı Avrupa ülkeleri ve uluslar arası finans çevreleri olarak gösteriliyordu. Oysa aç kalmış çakal sürüsünün yaralı bizonun tökezlemesini bekler gibiydiler. Daha bugüne kadar Rus yanlısı ayrılıkçıların Sovyetler Birliği’nin Nazi Almanyası’na karşı zaferini her yıl kutlayan Ukrayna halkına da aynı politikayı uyguladıkları aşikâr.

Avrupa, Rosa Luxemburg, Clara Zetkin, Inessa Armand ve daha nice isimler, sınıfsal ve kadın hakları mücadelesinde, yaşadıkları topluma etki edebilmiş, savaş karşıtı, aktivist, devrimci simge olmuş kadınları bağrından çıkardı. Lakin Nazizime kurban olmaktan da kurtulamadılar. Yine de umut; emperyalistlerin, Ukrayna üzerinden tepişmesine, devrimci simge olmuş kadınların bilinci ve yüreğiyle karşı duruş sergileyebilmelerinde. NATO müttefikleri ile Rusya’nın Rojava’da vahşice saldırılarına, Kürd kadınlarının direnişiyle hezimete uğradığına şahitlik etti dünya. Afgan kadınları, hayatlarını çalan emperyalistlere, “Hepiniz iğrençsiniz!” diyerek yüzlerine tükürüp direnişe geçtiler. Kadınların 8 Mart tohumlarını 1908 yılında attığı New York’tan, liderlerinin “Rusya’ya karşı, alternatif olarak Üçüncü Dünya Savaşı başlatmaktır!” sözüne hâlâ bir tepki gelmemiş olması (geldi de biz mi kaçırdık haberleri bilemiyorum) çok vahim!

Bu savaşın doğaya vereceği zararı konuşan da yok. Bombardımanlarda yanan ağaçlar, ölen hayvanlar, kimyasallara kirlenen topraklar kimsenin derdinde değil. Hele bizim cenahta hiç değil, bizim derdimiz başka… Hani emir verilse, atlarıyla bir koşu Şam’da cuma, akşam namazını da Rusya’da kılacak olan yiğitlerimiz, o sarışın, mavi gözlü Avrupalı Nataşaları atlarının terkisine atıp getirirler aslında(!) Biz de bu savaşta uzun süre tarafsız kalamayacağımıza göre böylesi bir sorumluluk ve görevle en ucuzundan yırtmış oluruz belki(!)