Yeni seçilen ABD Başkanı Joe Biden yarın görevine resmen başlayacak. Seçim sonuçlarını kabul etmeyen Trump taraflarının, Kongre binasını işgallerinin tartışılması, daha uzun süre devam edeceğe benziyor.
Kongre binasının işgal girişiminin açığa çıkardığı ve görünür kıldığı; ABD’deki güvenlik zafiyeti ve demokrasi sorunu, şimdilik tartışmanın odak noktalarını oluşturuyor. Ancak bu sorunların doğmasına yol açan sosyal, kültürel ve ekonomik sorunların ve ABD kapitalizminin yaşadığı değişimin çözümlenmesi yapılmadan/ kavranmadan, krizin kökten çözümüne ilişkin politikalar geliştirilmesi mümkün olamayacaktır.
Sorunu otoriter popülizmle ve kültürel değişim/ yozlaşmayla sınırlayan tartışmalar, sorunun sosyal, ekonomik, sınıfsal boyutunu önemsizleştirerek, sorunların kronikleşmesi ve yaygınlaşması tehlikesini barındırıyor.
AK Parti/siyasal İslam, muhafazakâr Anadolu sermayesinin temsilcisi olarak iktidar oldu, palazlandırdığı “yeni sermaye sınıfının” temsilcisi olarak 18 yıldır iktidarda. Trump da, ABD’nin yeni sermaye sınıfının ve bunların politik kültürünün agresif politik temsilcisi oldu.
Her iki ülke, sadece bu yönleriyle benzer değiller. Trump taraftarlarının en önemli kesimini oluşturan 1776 yılı “Kurucu Babaları” grubu da, bizdeki “milliciler /yerelciler” gibi öze dönmeci.
Türkiye muhalefeti için dersler
Politikacılar her zaman sorunları temsil etmezler, aksine çoğu zaman politik, sosyal, ekonomik ve kültürel sorunları inşa ederler. Trump, bizdeki Kürt karşıtlığına benzer bir biçimde, ABD’de zaten oldukça güçlü olan siyah ve göçmen karşıtlığını, ayrımcılığı, cinsiyetçiliği, faşizanlığı ve kadın düşmanlığını kışkırtarak, Yerel Beyazları palazlandırdı, güçlendirdi. Türkiye’de olduğu gibi toplumsal kültürel, ekonomik ve sosyal değişim yarattı. Her iki ülkede de ırkçı, milliyetçi, ayrımcı, cinsiyetçi siyasal sorunlar, bizzat iktidar tarafından inşa edildi, yaratıldı.
ABD ile Türkiye arasındaki fark, güçler ayrılığının, denge denetimin ilkelerinin ABD’de hala geçerli olmasıdır. Yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığı olarak tanımlanan temel prensiplerin geçerliğini koruması ve anayasaya sadakat konusundaki kurumsal duyarlılık, Trump’ı ve faşistleri frenledi. Bizde ise yargı, neredeyse iktidar partisinin tam kapasiteyle çalışan parti disiplin kurulu gibi işliyor.
Hiç kuşkusuz, bizdeki gibi yargının adeta siyasal iktidarın aparatı gibi çalışmaması, kurumların, bürokratların anayasaya ve yasalara bağlılıklarının büyük ölçüde sürüyor olması, otoriter anlayışların geri püskürtülmesi için hayati önemdedir. Hukuksal meşruiyeti olan bir ülkede, düzenin sağlanması daha kolay oluyor.
Türkiye’nin son ABD deneyimden çıkarması gereken çok fazla ders olduğu, çok açıktır. İktidar ve muhalefet partilerinde
n hangileri bu konuda daha tutarlı ve gerçekçi olursa, başarıyı onun yakalayacağı kesin. Türkiye’de iktidar partileri, Donald Trump’la paralel siyasal zeminde yürüdüklerine göre, Türkiye’nin geleceğini belirleyecek olan, muhalefetin merkezini oluşturan CHP’nin izlediği veya izleyeceği siyaset olacaktır.
ABD seçimlerinde Joe Biden’in hangi seçmen kitlesinden ne kadar ve hangi yöntemle oy aldığının incelenmesi, CHP’nin, otoriter tek adam rejimini engellemesi için izlemesi gereken siyasete dair yeteri kadar ip ucu veriyor.
Değerler siyasetinin ve politik çözümlerinin ciddi oy kazandırdığı görülecektir. Değişik kaynaklarda yer alan bir iki örnek: ABD seçmeninin %20’sini oluşturan siyahların oylarının yüzde 92’sini Biden, sadece yüzde 7’sini Trump almış. Yine ilk kez 3 Kasım seçimlerinde oy kullanan seçmenin yüzde 64’ü Biden’a, yüzde 32’si Trump oy vermiş. Yeni seçmenlerin total seçmen içindeki oranının yüzde 14 olması ise çok fazla dikkat çeken bir konu.
Değerler siyaseti, ayrımcılığa, ötekileştirici politikalara kapalı olmayı, korkuların esiri olmamayı gerektiriyor. Toplumsal dönüşümü gerçekleştirmek için, milliyetçi popülizm başta olmak üzere her türden egemen milliyetçiliğe meydan okumayı gerektiriyor.
Türkiye’deki ana muhalefeti ise, bir taraftan Türk milliyetçiliğinin, popülizmin politik zemininde bulunuyor, diğer yandan bunun bir türevi olarak yaratılan Kürt/HDP korkusuyla muhalefet cephesi inşa etmeye çalışıyor. Siyasetinde sağ müttefiklerin politik duruşlarının, beklentilerinin ve duyarlılıklarının fazlaca izini taşıyor, rotasını belirliyor. Bu, genç seçmene, başka bir Türkiye özlemi yaşayan seçmene demokratik gelecek için güven vermiyor.
Bu durum ise siyasal iradenin ve siyasi liderin güveninin, kredisinin zayıflamasını getiriyor. Muhalefet partileri bu sorunu aştıklarında, siyaset direksiyonunu muhafazakâr zemine göre ayarlamak yerine rotalarını evrensel değerlerle belirlediklerinde, başarı olmamaları için hiçbir neden kalmaz.