DAMASCUS
Bundan on beş yıl evveldi… Çalıştığım okulda nöbetçi olduğum günlerden biriydi.
Nöbet görevi gereği, okul çıkış zilinden sonra da sınıfları dolaşarak kontroller yapılır, herhangi bir olumsuzluk yoksa nöbet görevinizi tamamlamış olursunuz. Birkaç sınıf dolaştım, sınıflar tamamen boş; ama sınıflardan birinden bağırma sesleri geliyor. Aceleyle sese doğru yöneldim. İçeri girdiğimde sadece bir veli ve yanında öğrencisi sınıfın en arka duvarına dönük bağırarak bir şeyler yapıyor. Sırtları kapıya dönük olduğundan benim içeri girdiğimi görmüyor. Kadın bağıra bağıra,” Seni öldürürüm Ermeni dölü! Bir daha karışırsan sana yapacağımı biliyorum!” O manzarayı görünce bağırarak, koşar adım kadına yöneldim. Arkasını dönüp bana baktı; ama yine de elini havaya kaldırdı, duvara yapıştırdığı çocuğa vuracakken elini havada, bileğinden yakaladım. Benim sert müdahalemle diğer elini çocuğun yakasından indirdi. Tüm bu olanları yanında, kendi çocuğu gülümseyerek izliyor. Kadın, çocuğun yakasından elini çekince, duvara yapışan çocuk ağlamaklı ve korkmuş bir gözlerle, “Ben bir şey yapmadım öğretmenim!” diyerek biraz da suçluluk psikolojisiyle kadının önünden koşarak kaçtı, sınıftan çıktı. Benim kadınla tartışmam devam etti. Sorun; kendi çocuğunun sınıf arkadaşını annesine şikâyet etmesi. Ona gerekli uyarılarda bulunup dışarıya çıkarmaya çalışırken, çocuğunun yanında hakaret ve küfürlü konuşmaya devam ediyor olması öyle sinir bozucuydu ki… Olayı okul idaresine ve o sınıfın öğretmenine bildirdim. Ertesi günü
dayak yiyen çocuğun o mahallede yaşayan, bir elin parmak sayısından bile az kalmış Süryani bir ailenin çocuğu olduğunu öğrendim. Velhasılıkelam; ötekileştirilmiş halkların uğradığı baskı ve zulmün bizim yaşadıklarımızın dışında küçücük bir örneğiydi bu olay.
O kadın; bu topraklarda yüzyıllardır sistematik olarak uygulanan milliyetçi-dinci faşizan düşünce ve uygulamaların toplumdaki karşılığının temsiliyetidir. Zenginlikleri talan edip sömürebilmek için uydurulan Türk-İslam kılıfı, yapılan kıyımları ve zulümlerin üstünü kapatmak için kullanılırken, Türk’ün de canına okundu. Nefret ve kin, taşınması zor, ağır bir duygudur. Bu duygular bir yük gibi bindirildi halkın sırtına. Kin ve nefreti kendinden olmayana kustukça yükünün hafifleyeceğini düşünenler,yanıldılar. Çünkü sisteme ve egemenlere biat edip komşusuna, kardeşine saldıranlar, zulme uğrayanlarla birlikte kaybettiler. Kur’an-ı Kerim’de Hicr Suresi (28.-29) “Benkuru bir çamurdan şekillendirilmiş balçıktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğimde ona secdeye kapanın.” diye yazar. Evet; biz Ermeni, Süryani, Kürd, Laz, Alevi, Rum…dölüyüz. Ama siz zulmeden ve biat edenler; ruhuna üflenmemiş sadece balçıksınız! Döl olmadan canlı, ruh ve akıl olmadan insan olunmuyor.
Bu kıyımlar, memleketin sadece demografik yapısını değil; bilim, kültür ve sanat varlığını, bilcümle uygarlığını vurdu. Yaşadığınız yere, kendinizden bir şeyler katmak için emek verirseniz, orası tüm zorluklarına rağmen yüreğinizde yer edinir. Yusuf Usta da bunlardan biri... Her şeye rağmen baba ocağını, memleketini terk etmeyen Süryani ailelerden birinin çocuğu olan Demirci Yusuf Usta... Baba mesleğini devam ettiren usta, dünyanın en nadir ve özel türü Damascus(Şam) Çeliği’ni hem sanat hem zanaat yeteneğiyle üretiyor. Usta’nın anlatımıyla Damascus; bildiğimiz çeliklerden çok farklı; dünyanın en sert aynı zamanda kırılmayan esnek yapısıyla VI.yy’dan bu zamana çeşitli efsanelere konu olmuş bir çelik türü. Yüksek karbon içerikli ve düşük karbon içerikli çelikleri üst üste koyup ısıtarak ve döverek; ama bu işlem yüzlerce defa birbirlerine kaynatılmak suretiyle elde ediliyormuş. Yusuf Usta’nın yıllardır yaptığı eserlerini Taşhoran Kilisesi’nde(Surp Yerrortutyun) hemşerilerine göstermek için üç günlük bir sergiyle tanıtma etkinliği vardı. Sergi, beklenenin üzerinde yoğun ilgiyle karşılaşınca, üç gün daha uzatılarak altı gün boyunca meraklılarına sergilendi. Usta’nın yaptığı eserler her biri abartısız, üzerinde kendi doku ve desenini parmak izi gibi taşıyan, dünyada başka örneğinin olmadığını iddia ettiği çeşitli objelerden oluşuyordu. Eserlerini anlatırken işinin erbabı; üstelik severek yaptığını, yüzüne yansıyan mutluluk ve ses tonundaki heyecanından anlıyorsunuz. Eserlerin her biri anlatılmaya değer fakat bir tanesini
anlatayım. Özellikle kadın ziyaretçilerin özel ilgi gösterdiği bir kılıç vardı. Kılıcın kabzasına bir tarafı kadın, diğer tarafına erkek figürü işlemiş. Kılıcı tutarken elinizin kavrayacağı biçimdeki yapısı, cinsiyetinize göre hissettirmesi muazzam bir fizik ve estetik birleşmesi. Üstelik bir o kadar da hafif… Objeye kesici ve savaş aleti olarak bakmazsanız, size vermek istediği mesaj çok açık. Tek bir türün iki cinsi; eş, eşit ve birlikteliğin gücü. Aşkın gücü olarak da okuyabilirsiniz.
Ama eserlerin tümünden anladığım; Damascus Çeliği'nin, bu topraklar üzerinde yaşayan kadim tüm halkların, yapılan haksızlık ve zulümlere direnerek, kişilik ve kimliklerini koruyabilmiş bilinç ve iradeyi temsil ettiğidir.
Bu arada unutmadan söylemeliyim, Yusuf Usta'nın tek mahareti demiri işlemek
değil... Yüzyılların bilgi ve tecrübesini şarap yapımında kullandığını, şarapta kalite ve
lezzet arayanlar bilir, Yusuf Usta'ya danışılmadan üzümlere el sürülmez.