Yazar Hakan Tahmaz'ın bugünkü köşe yazısında "Doktor olacakken barışı tercih eden Ali"başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Doktor olacakken barışı tercih eden Ali

Ali, Ege Tıp Fakültesinin 3. sınıfında öğrenimini yarıda bırakarak, Kürt siyasal mücadelesinde/ hareketinde daha etkin yer almak için Avrupa’ya gider. Bunun yaşamına dair verdiği zor ve ağır bir karar olduğu açık. Bunu Kürt halkına / davasına adanmışlık olarak tanımlamak/değerlendirmek mümkündür. Ama 1990’lı yıllarda yaşam tercihini doktor olmak üzere planlamış birinin, tıp fakültesinin üçüncü sınıfında bunu değiştirecek ne olmuş olabileceğinin veya ne yaşamış olabileceğinin sorgulanmasını gereksiz kılmaz.

Sosyalist devletlerin dağılması sonrası oluşan tek kutuplu dünya; siyasal, ekonomik, kültürel ve sosyal derin bir kriz ve sarsıntı geçiriyor.

İnsanlığın iki büyük savaş ve bir dizi yıkım sonucu elde ettiği kazanımlar, toplumsal ve siyasal değerler, kapitalist sistemin haydut devletleri ve dünyanın en zengin yüzde biri tarafından ciddi tehdit altında.

Bunların başında da hiç kuşkusuz evrensel hukukun temelini oluşturan “yaşam hakkı” geliyor. Yaşam hakkı; insanların, başkalarının özgürlük alanlarını ihlal etmeden, eşit haklarıyla birlikte “nasıl istiyorlarsa öyle yaşayabilecekleri” özgür ve demokratik şekilde, bir arada, barış içinde yaşamasının sağlanması ve güvence altına alınmasıdır.  

Bunun için insanlık, ezilen halklar büyük bedeller ödedi ve ödüyor. Ülkemiz dâhil birçok ülkedeki siyasal, sosyal gelişmeler bize, bu evrensel değerler ve çağdaş varoluş hali için insanların daha uzun yıllar ağır bedeller ödeyeceğini anlatıyor. Bu bir tür varoluş gerçekliği.

Türkiye halkları ve onların evlatlarının büyük bir çoğunluğu barış içinde yaşamak için büyük bedeller ödediler ve ödüyorlar. Hiç kuşkusuz son dönemde bu halkların başında Kürtler gelmektedir. Bunların büyük çoğunluğu, Kürt halkının/halklarının isimsiz kahramanları.

İşte onlarda birisi de, beş gün önce yaşama veda eden, 14 yıllık barış çalışmalarında birlikte olduğum sevgili arkadaşım Ali Şükran Aktaş.

Kürt siyasal hareketinin/ mücadelesinin ve Türkiye’nin barış mücadelesinin gerçek dervişi, sekiz ay gibi çok kısa sürede kanser hastalığına yenik düştü. Ali’yi, 1965 yılında doğduğu, Malatya’nın Akçadağ ilçesinin Darıca köyünde, annesinin yanına barışa yatırdık.

BARIŞA YATMAK

Yakın bir Kürt arkadaşının tanımıyla Kürt siyasal hareketinin/ mücadelesinin ve Türkiye’nin barış mücadelesinin gerçek dervişi, sekiz ay gibi çok kısa sürede kanser hastalığına yenik düştü. Ali’yi, 1965 yılında doğduğu, Malatya’nın Akçadağ ilçesinin Darıca köyünde, annesinin yanına iki gün önce barışa yatırdık.

Ali’nin barış mücadelesi, kendine özgü ilginç yanları olan, Kürt sorununun çözümü için çalışanların, barış isteyenlerin çıkaracağı çok dersler olan bir hikâye. Bu, ülkemizde barış mücadelesi için az bulunur kıymette bir hikâye.  

Ali, Ege Tıp Fakültesinin 3. sınıfında öğrenimini yarıda bırakarak, Kürt siyasal mücadelesinde/ hareketinde daha etkin yer almak için Avrupa’ya gider.

Bunun yaşamına dair verdiği zor ve ağır bir karar olduğu açık. Bunu Kürt halkına / davasına adanmışlık olarak tanımlamak/değerlendirmek mümkündür.

Ama 1990’lı yıllarda yaşam tercihini doktor olmak üzere planlamış birinin, tıp fakültesinin üçüncü sınıfında bunu değiştirecek ne olmuş olabileceğinin veya ne yaşamış olabileceğinin sorgulanmasını gereksiz kılmaz. Aksine daha fazla anlamlı kılar. Kürt savaşının, dönemin Genelkurmay Başkanının “düşük yoğunluklu savaş” tanımını yaptığı bir dönemde, bu daha da zorunlu olur.

Bu dönem Ali gibi binlerce Kürt gencinin, eğitimine ara verip harekete katıldığı bilinen bir gerçek. Gençleri bu türden bir karar almaya iten siyasal ortamın ve muktedirlerin siyasal tutumlarını sorgulamadan, Kürt sorununun çözümü için demokratik bir yol inşa edebilmek mümkün değil.     

Tutuklanacağını bile bile gönüllü olarak Türkiye’ye gelme kararı vermiş olması, bundan sonraki yaşamına dair vermiş olduğu ikinci önemli karar olmuş. Ali, bu kararıyla yaşamının geri kalanında Kürt davasına bağlılığını; barış, çatışma çözümü çalışmasına etkin bir biçimde katılarak gerçekleştirdi.

ALİ’NİN İKİNCİ ZOR KARARI

1999 yılında PKK lideri Abdullah Öcalan, İmralı’da devlet yetkilileriyle yaptığı görüşmeler sonucu “iyi niyet göstergesi ve barış için ilk adım atan olmak için” Kandil’den ve Avrupa’dan Kürt siyasal hareketine mensup iki grup insanın Türkiye gelmesi çağrısı yapmıştı.

Ali’nin de içinde yer aldığı 8 kişilik Avrupa Barış Grubu’nun Türkiye’ye geliş ve devlet güçlerine teslim oluş gününün 29 Ekim olması, Türkiye barışı için önemle ele alınması gereken bir siyasal tercihtir. Üstelik Kandilden 1 Ekim 1999’da gelen ilk grubun tutuklanmış olmasına rağmen.

Tutuklanacağını bile bile gönüllü olarak Türkiye’ye gelme kararı vermiş olması, bundan sonraki yaşamına dair vermiş olduğu ikinci önemli karar olmuş. Ali, bu kararıyla yaşamının geri kalanında Kürt davasına bağlılığını; barış, çatışma çözümü çalışmasına etkin bir biçimde katılarak gerçekleştirdi.

Arkadaşları gibi çarptırıldığı 9 yıllık cezasını tamamlayıp dışarı çıkınca, Türkiye Barış Meclisi çalışmalarının mutfağında aktif olarak yer aldı. 13-15 Ocak 2007 tarihlerinde Ankara’da gerçekleştirilen geniş katılımlı ve Türkiye’de çok büyük siyasal yankı yaratan Türkiye Barışı Arıyor Konferansı’nın isimsiz kahramanlarından oldu.

Ege, Akdeniz bölge illerinde aylarca sayısız toplantılar ve görüşmeler yaptı veya yer aldı. Neredeyse çalmadık kapı, sıkmadık el bırakmadı. Konferans sonrası Türkiye Barış Meclisi oluştuğunda 8 yıl 24 saat Meclisin değişmez emekçisiydi. Aynı tavrını sonraki yıllarda son nefesine kadar Barış Vakfı’nda da sürdürdü.  

Barış Vakfı’nda, Ali’nin siyasal pozisyonuna sahip birinin bu çoğulcu yapıyla oldukça uyumlu çalışma yürütmesi, Vakıf ve Kürt sorununda demokratik çözüm derdi olanlar için paha biçilmez bir şanstı.

ALİ, BARIŞ VAKFI VE DEMOKRATİK ÇÖZÜM DERDİ OLANLAR İÇİN ŞANSTI

Hepimizden farklıydı. Az, öz konuşurdu. Poz vermeyi, görünür olmayı, öne çıkmayı sevmezdi. 14 yıldır birlikte sürdürdüğümüz barış çalışmalarının hiçbir aşamasında veya yerinde herhangi bir önerisinde ısrarcı olduğunu, ikinci kez gündeme taşıdığını hatırlamam.

Çözüm süreci döneminde Barış Vakfı’nı, Türkiye Barış Meclisi’nin yedi yıllık tecrübesiyle birbirinden çok farklı siyasal görüşten, tercihten, cinsiyetten, sosyal konuma ve inanca sahip insanlarla kurduk.

Barış Vakfı’nda, Ali’nin siyasal pozisyonuna sahip birinin bu çoğulcu yapıyla oldukça uyumlu çalışma yürütmesi, Vakıf ve Kürt sorununda demokratik çözüm derdi olanlar için paha biçilmez bir şanstı. Barış çalışmasını daha fazla anlamlı kılan, bütün dünyada olduğu gibi, bizde de Ali gibi siyasal tercihi, geçmişi bilinen ve taraflardan birinin nabzını tutma becerisine, tecrübesine sahip olanlarla birlikte yürütülmesidir.

Bir de barış istemini, mücadelesini, yaklaşımını araçsallaştırmadan yürütmesinin; barış çalışmalarını daha anlamlı ve kolaylaştırıcı kıldığını, şahsen 14 yıldır Ali ile birlikte birçok kez tecrübe edindim.

Türkiye gibi barış arayışının ve çalışmasının siyasal olarak araçsallaştırılmasının ve sivil toplum çalışmalarını siyaset için basamak yapma tutumunun yaygın olduğu koşullarda, Ali’nin barış çalışmasında ısrarının ve yaklaşımının Vakıf çalışması sırasında siyasal arkadaşları tarafından soruna dönüştürülmemesi beklenemezdi.

Ali, her zaman olduğu gibi bu konuyu da sessiz, gürültüsüz ve bir ‘siyasal kırılmaya’ yol açmadan aşabilmeyi başaran bir arkadaşımızdı. Barış Vakfı’nın baş sağlığı ilanında ifade ettiği gibi gerçekten başımız sağ olsun.

Ali gibi arkadaşlarımıza, Türkiye’nin barış çalışmasının her zamankinden daha fazla ihtiyacı var. Hem Ali gibiler içimizde hala çok az, hem de siyasal, toplumsal kutuplaşmanın ve Kürt karşıtlığının iktidar marifetiyle köpürtüldüğü koşullarda; tarafları, her kesimi değiştirme ve dönüştürme pozisyonuna sahip, rahat ilişki kurabilen ve birçok alanda birlikte üreten milyonlarca Ali gerek.