Gazeteci Hamza Özkan bugünkü köşe yazısında, "Eril Zihniyet ve Toplumsal Dönüşüm" başlıklı bir yazı kaleme aldı.

Eril Zihniyet ve Toplumsal Dönüşüm

Kürt toplumu olarak bizler, fikirlerimizin zenginliğiyle dünyayı şekillendirmek ve ütopyalarımız için mücadele etmekteyiz. Bu mücadeleyi sadece toplumsal düzeyde değil, kişisel hayatlarımızda da sürdürmeliyiz. Yaşamlarımızı özgür birliktelikler ve özgür eş felsefesi üzerine inşa etmek, toplumsal dönüşüm için atılacak en önemli adımlardan biridir. Bu, yalnızca bir yaşam tarzı değil, toplumsal bir direniştir. Ancak toplumumuzda hâlâ erkeklerin eşleri hakkında "İçişleri Bakanı arıyor" gibi ifadeler kullanması, kadına yönelik saygısızlığın bir göstergesidir. Bu tür küçültücü ifadeler, gerici zihniyetin ve iki yüzlülüğün bir yansımasıdır. Bu anlayış, toplumda kadınların rollerini küçümsemekte ve aile içi çürümeyi hızlandırmaktadır.

Bu çürümeyi besleyen başka bir faktör ise eril zihniyetin hem erkekler hem de bazı kadınlar tarafından desteklenmesidir. Eril zihniyet, kadın kimliğini değersizleştirir ve eşit yaşama yönelik bir saldırıdır. Bu saldırı sadece kadınları değil, aynı zamanda içindeki erkekliği öldürmek için mücadele eden erkekleri de özgürlükten mahrum bırakır. Ne yazık ki bu zihniyeti yalnızca erkekler değil, bu anlayışı içselleştirmiş bazı kadınlar da desteklemektedir. Ancak bu çürümeyi fark etmek ve ona karşı durmak, özgür bir toplum ve eşit bir yaşam inşa etmenin ilk adımıdır. Eril zihniyete sahip olanların konumları ne olursa olsun, onlara karşı net bir tavır almak gerekir. Bu kişiler güçten alındıkça, toplumsal çürümenin yerini aydınlık ve özgür bir toplum alacaktır.

Toplumda, eril zihniyetin oluşturduğu baskılardan arınarak, her bireyin kendini tam anlamıyla ifade edebileceği, sevgi dolu ve saygıya dayalı ilişkiler kurması mümkün olacaktır. Özgür bir ilişki, sadece iki birey arasında değil, toplumun her kesiminde kendini göstermelidir. Gerçekten eşit ve özgür bir toplum inşa etmek, ilişkilerde dürüstlük, sevgi ve saygı temelinde mümkündür.

Mutluluk, iki insanın bir arada olduğu süreçte değil, o süreci nasıl inşa ettiklerinde saklıdır. İki bireyin birbirini destekleyerek, özgürce kendini ifade ettiği, ortak bir hayatı sevgi ve anlayışla paylaştığı bir ilişki, gerçek mutluluğun kaynağıdır. Bu mutluluk sadece bir duygu durumu değil, aynı zamanda bir emek ve çaba sürecidir. Sevgi, bu çabanın sonucunda filizlenir; saygı, anlayış ve özgürlükle beslenir. Toplum da aynı şekilde sevgi ve saygı temelleri üzerine kurulduğunda, herkes için daha özgür ve adil bir yaşam mümkün hale gelir.