Rehin Politikasına karşı hukuk mücadelesi Cezaevleri umudun, öfkenin dağ gibi büyüdüğü yerlerdir. Cezaevleri egemenlerin kendi düzenlerini sürdürmek için inşa ettikleri ve onlar için ibadethane kadar önemli olan kapatma yerleridir.
Rehin Politikasına karşı hukuk mücadelesi
Cezaevleri umudun, öfkenin dağ gibi büyüdüğü yerlerdir.
Cezaevleri egemenlerin kendi düzenlerini sürdürmek için inşa ettikleri ve onlar için ibadethane kadar
önemli olan kapatma yerleridir. Muhalif siyasetçileri, aydınları, toplumsal sorunlar konusunda
iktidarın uygulamasını eleştirenleri kapattıkları yerlerdir. Bu sebeple durmadan cezaevi inşa ederler.
Türkiye egemen sistemi, cezaevleri politikasını bir devlet politikası gibi ele alıyor ve iktidarlar değişse
de bu sistem tüm çıplaklığı ile devam ediyor. Tek tek cezaevi değil, cezaevi kompleksleri yapıyorlar. İki
üç hatta dört devasa büyüklükteki cezaevlerini bir kompleks olarak ele alıyorlar ve yanına da bir
mahkeme salonu kuruyorlar, tamam. Sistem işliyor!
Ama bu sistem öyle yazılı yasalarla, kanun kitapları ile işleyen bir sistem değil.
Muhaliflerini çeşitli suç kategorisine koyarak, bunu en geniş anlamda terör kavramı içinde toplayarak,
içeri attığı insanlara dönük yaptırım burada bitmiyor. Esasen her şey yeni başlıyor. Bir anlamda eli
ayağı bağlı, bir tek çıplak bedeni ile kalan tutsağa dönük politika dönemin siyasal politikaları gereği
tam bir rehin alma politikasına dönüşüyor.
Rehin alma ne demektir. İsteğini zorla ve haksızca, şiddet ve tehdit araç ve söylemini devreye
koymaktır. Amacı da irade kırmaktır. Ya iraden kırılır, bana teslim olursun ya da burada her türlü
hayati tehlike ile baş başa kalırsın, politikasıdır.
Bu politikanın hafızalarımıza kazındığı çok uzak olamayan temsilciliğini 1980 darbesi ile Kenan Evren
yapmıştı. Cezaevlerinin birer toplama kampı durumuna getiren darbeciler, içerideki tutsaklara
itirafçılığı ve ihanet etmeyi bir yaşam şartı olarak kullandılar. Ya kendine, halkına ve insanlığına ihanet
edeceksin ya da burada ölümlerden ölüm beğen, dediler.
Bu bir tehdit değildi. Gerçekten de insanları vura vura öldürdüler. İşkencenin her türlüsünü yaparak
öldürdüler.
Bu sistem şimdi, daha vahim bir sonuç hazırlamak üzere.
Korona virüs tehdidi tüm insanları tehdit etmektedir. İçeride dışarıda, zengin yoksul, küçük büyük
demeden insanı ve insanlığı hedef almış durumdadır. Bu nasıl ortaya çıktı, kimler ne tür plan ve
dünyaya yeni dizayn verme amacında, bunlar bir yana, ortaya çıkan bu vahim durum, akılcı ve bilimsel
davranmayı zorunlu kılar. Ama gelin görün ki iktidar, bu ortamda bile bunu muhaliflerine karşı bir
tehdit ve rehin alma politikasının bir devam olarak kullanmaktadır.
Hiç kimse anayasandan bahsetmesin. Yasa önünde eşitlikten hiç bahsetmesin. Çünkü uygulayıcıların
zihniyeti her şeyin üstündedir! Yürütülen siyaset ne ise bunların rehin alma politikaları da bu
doğrultuda işleyeceği kuşkusuzdur.
Bunun bir örneği 1991 yılına yaşandı. 12 Eylül işkencelerinden geçmiş, her nasılsa sağ kalabilmiş
tutuklular arasında ayırım yapmaları dünya hukuk okullarında birer hukuk garabeti olarak ders
notlarına girmeliydi. TCK nın 125 maddesi ülkeyi bölme ve ayırma maddesi idi. Şeyh Saitlerin, Seyit
Rızaların yargılandıkları ve idam edildikleri ceza maddesi bu idi. Yüzlerce Kürt tutsak bu maddeden
yargılanmış ve idam, müebbet gibi ağır cazalar almıştı. TCK’nın 146 maddesi ise rejimi değiştirme
maddesi idi. Deniz Gezmişler bu maddeden yargılanmış ve idam cezasına çarptırılmışlardı. 1991
yılında çıkarılan 3713 sayılı TMK kanunu 125 maddeden yargılananların cezalarını 20 yıla, ki Kürt
gençleri bu cezadan yargılanıyorlardı. 146 maddeden ceza alanlar ise cezalarının on yılını
tamamlamaları durumunda serbest kalıyorlardı. Bu caza maddesi ise Türkiyeli ve Türk devrimci, sol ve
demokratların yargılanıp ceza aldıkları madde idi. Zaten bunların tümü cezaevinde on yıllarını
tamamladıklarından dolayı hepsi serbest kaldı. Kürt gençleri içeride kaldı.
O dönem bu durum kamuoyunda tepkilere neden oldu. Ana muhalefet partisi SHP konuyu anayasa
mahkemesine götürdü. İyi niyetli insanlar bu cezanın anayasadan döneceğini umut ettiler. Fakat öyle
olmadı. Anayasa mahkemesi 30 Mart 1992 de kararını açıklayarak bunun ‘kanuna uygun’ olduğu
hükmüne vardı! Tam bir hukuk katliamı idi. Neden bu sonuç ortaya çıktı? Çünkü rehin politikası
devrede idi. Bu defa sadece içerideki tutukluların iradesini kırmak değil, dışarıdaki mücadelenin de
iradesini kırmayı amaçlıyorlardı. Dışarıda serhıldalar en yoğun hali ile devam ediyordu, Çiller, Güreş,
Ağar kliğinin 1929 konsepti, yani faili meçhul, köy yakma ve boşaltma politikası devrede idi.
O dönem bu hukuksuzluğa karşı ciddi bir hukuk mücadelesi yürütülmedi. Ne içeride ne de dışarıda.
Ama şimdi öyle olmamalı.
Cezaevlerinde yüz binerce tutuklu var ve bunların tümü korona virüs tehdidi ve tehlikesi altında. Eğer
bir yasa çıkarılacaksa herkese eşit olmalı.
Ama hükümet, görünen o ki, 92 yılındaki gibi, bir konsept yürütüyor. Adına da “Çöktürme planı”
demişlerdi. Zaman geçiyor, durum değişiyor, can alıcı sorunlar ortaya çıkıyor o bu konseptinden
vazgeçmiyor. Böylece cezaevlerine yığdığı on binlerce siyasetçiye, muhalife , gazeteciye diyor ki “ya
teslim olun ya da sizi virüsle baş başa bırakırım” Pazarlık bu.
Böylesi bir çirkin yaklaşımın içinde İmralı cezaevi gibi Türkiye’nin durumunu yakından ilgilendiren bir
cezaevi de varsa bu çok daha vahim bir hal alıyor.
Yasa henüz tartışılıyor. İnsanlar Virüs tehlikesinden dolayı eve hapsedilmiş durumda. Ama buna
rağmen en geniş bir şekilde bu yasanın böyle tek yanlı, sadece kendi yandaş ve taraftarlarını serbest
bırakacak kadar dar ele alınmasına karşı hukuk ve de insani hak mücadelesi verilmesi önemlidir.
91 deki o ayırımcılık ben gibi yüzlerce arkadaşımın 10 yıl daha fazla hapiste kalmasına mal oldu. Bu
önemli değildi. Nitekim 20 yılımız tamamlandıktan sonra çıktık ve yaşama karıştık. Ama şimdi ölümle
tehdit var! Hükümet hiçbir sorumluluk almayacak üzerine. Virüs deyip geçiştirecek. Zaten geçen gün
bir tutuklu virüsten vefat etti. Ailesine bile haber vermediler.
Böyle bir durumda her insanın, her halkın ve hayatın her alanındaki kurumların, bu bilinçle en doğal
ve yasal hak olan hukuki mücadeleyi yürütmesi çok önemlidir. İçte ve dışta böylesi bir mücadeleyi
başarmamız durumunda egemenlerin bu korkunç politikasını teşhir edebilir ve buna engel olabiliriz,
diye düşünüyorum.