Kafalar karıştırılıyor, evrensel insancıl hukuk, değerler ve temel insan hakları tartışmaya açılmış durumda. İnsanlık “yeni bir hukukun ve dünya statükosunun inşa edileceği” bir tür vekâlet savaşlarıyla ve politikalarıyla karşı karşıya.
Kafalar karıştırılıyor, evrensel insancıl hukuk, değerler ve temel insan hakları tartışmaya açılmış durumda. İnsanlık “yeni bir hukukun ve dünya statükosunun inşa edileceği” bir tür vekâlet savaşlarıyla ve politikalarıyla karşı karşıya.
“Çağımızda terör ve güvenlik, toplumların her kesimi için en kutsal kavramların başında yer alıyor. Aynı kavramlar devletler ve muktedirler için en kullanışlı araçlar. Neden olduğu sonuçları düşünmeye, tartışmaya fazlasıyla değer.”
İsrail’in Gazze’den Hamas’ı ve Filistinlileri süpürme savaşının 47. gününde İsrail ile Hamas arasında geçici ateşkes ve esir takası anlaşması yapıldı.
ABD Başkanı istedi, Katar Emiri ve Mısır Hamas ile İsrail arasında arabulucu oldu, Netanyahu kabul etti.
Bu yazı yazıldığında anlaşma taraflarca yürürlüğe sokulmamıştı, savaş sürüyordu. İsrail kabinesinden üç bakanın ateşkese karşı çıktığı haberleri medyada yer aldı. Anlaşmaya uyulmacağına ilişkin kuşkular ve kaygılar sürüyor.
İsrail lideri Netanyahu ateşkes kararı sonrası yaptığı, “tüm hedeflerimize ulaşana kadar savaşa devam edeceğiz” açıklaması ile kaygıları, kuşkuları haklı çıkarıyor.
Kaygının, kuşkunun kaynağı, ABD ve Batı devletlerinin Filistin sorunu konusundaki aktüel tutumları.
Savaşın ilk gününden itibaren İsrail’in Hamas’ı Gazze’den süpürme savaşına ve soykırım planına alabildiğince sahip çıkmaları, uluslararası savaş kurallarını ve hukukunu yok sayan tutumları; Filistinlileri için, Hitler’in hayvani mahluklar tanımını kullanmasına sessiz kalmaları gibi şeyler bu kuşkulara yol açıyor.
ABD Başkanı’nı ve emperyalist Batı merkezlerini geçici ateşkes yapmaya zorlayan etkenlerden biri, son iki haftadır başta ABD olmak üzere ve birçok Avrupa ülkesinde hızla gelişen savaş karşıtı, Filistin’e Özgürlük gösterileri ve protestolar oldu.
Diğeri ise İsrail’in savaş ve soykırım politikalarının, Filistin topraklarda ulaştığı, insanlığa dehşet veren boyutları.
İsrail’in yıllardır işgal altında tuttuğu Gazze’ye yönelik etnik temizliği yaygınlaştıkça, savaş uzadıkça tepkiler de yükselmeye ve kitleselleşmeye başladı. Milyonlarca insanın barış ısrarı, vicdani bir sorgulama başlattı. Faşist, otoriter ve popülist emperyalist iktidarların insanlık adına ne denli tehlikeli ve yıkıcı sonuçlar doğurduğu gözler önüne serildi.
Netanyahu okulları, hastaneleri bombaladı. Canlı varlık bırakmamaya çalıştı. Bütün dünyaya ve insanlığa meydan okuyarak insanları su, yiyecek, ilaç gibi en temel ihtiyaçlarından mahrum bıraktı. Gazze halkını sürgün veya toplu ölümü tercih etmeye zorladı. İşte böyle bir dönemde geçici ateşkes yapıldığı unutulmamalı.
Bütün bunlar, uluslararası savaş hukuku kurallarına göre İsrail lideri Netanyahu’nun savaş suçlusu olarak yargılanmasını gerektiren suçlar.
Bu açıdan Filistin’e Özgürlük talebi ile Netanyahu ve savaş suçluları yargılansın taleplerinin birlikte ele alınmasını gerektiren bir dünyada yaşıyoruz.
Kafalar karıştırılıyor, evrensel insancıl hukuk, değerler ve temel insan hakları tartışmaya açılmış durumda. İnsanlık “yeni bir hukukun ve dünya statükosunun inşa edileceği” bir tür vekâlet savaşlarıyla ve politikalarıyla karşı karşıya.
Günümüzde “terör ve güvenlik” kavramları, toplumların her kesimi için en “kutsallarının” başında yer alıyor. Aynı kavramlar devletler ve muktedirler için en kullanışlı araçlar. Uluslararası insan hakları sistemi bir referans kaynağı olmaktan çıkarılıyor.
Bütün toplumlar bu iki kavram üzerinden dizayn ediliyor, yeni statükolar oluşturulma savaşları veriliyor. Barış süreçleri zora sokuyor.
Bunun en tipik örneklerinden birini, dört Alman ( Nicole Deitelhoff, Rainer Forst, Klaus Günther ve Jürgen Habermas,) profesörün, geçenlerde yayınladıkları bildiri oluşturuyor. Açıklamada açıkça İsrail’e destek veriliyor.
Ama çok daha önemlisi, söylem ve açıklamalarında tercih ettikleri dil ve tarzlarıydı. Batı entelektüellerinden çok sayıda eleştiri aldığı bilgisi, medyada az da olsa yer aldı.
Bildiriyle ilgili daha detaylı bilgi ve Türkçe çevirisi için, Alex Callinicos’un https://marksist.org/icerik/Dunya/20401/Alex-Callinicos-Elestirel-teori-resmen-olmustur
yazısına bakmakta yarar var.
Benzer olmasa da kafa karışıklığı veya çifte standart, ayrımcılık diyebileceğimiz tutumlar, Türkiye’de de var.
Her ülkenin terör örgütü tanımı, tehdit algısı farklı olduğu gibi, farklı toplumsal kesimler için de bu algı farklı olabiliyor.
Hamas örgütüne yaklaşım farklılığı, Filistin sorununa ve çözümüne yaklaşımda da farklılığa dönüşüyor. Barış, savaş hukuku, soykırım konularındaki yaklaşımlar, Filistin halkının İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nde kabul edilen, uluslararası insancıl hukukta anlamını bulan temel insan hakları için hızla ikincilleşiyor veya asıl değerler aşınabiliyor.
Hamas’ı terör örgütü parantezine alanlar için İsrail’in soykırımı yanlış ama katlanabilecek, ses çıkarılmayabilecek olmaya başlıyor. Filistin’in işgali unutturuluyor, İslamofobi ve anti-Semitizm köpürtülüyor.
Tıpkı, PKK silahlı eylemleri sonrasında devletin on yıllardır sürdürdüğü Kürt karşıtı siyasi veya askeri politikaları gibi. Kürtlerin temel hakları, terör ve bölücülük parantezine alınması gibi.
Çözüm sürecinin bitmesinden sonra, 2016’da Kürt illerinde başlayan şehir savaşına karşı ‘Barış için Akademisyenler’, 1128 imzayla ‘Bu Suça Ortak Olmayacağız’ başlıklı bildiri yayınlamıştı. Barış için Akademisyenlerle, Hamas İsrail savaşının tam ortasında hükümetlerini eleştirmek için gösterilere katılan barış yanlısı İsraillilerin gördükleri baskı arasında niteliksel olarak ne türden bir fark var? Her iki barışçı kesimin de terör örgütü propagandası yapmakla suçlanması bir tesadüf olabilir mi?
Her daim yönetenlerin çıkarları, hedefleri ile geniş toplumun çıkarları ters düştüğünde devletler, uluslararası ve ulusal hukuku askıya alır, evrensel ve çağdaş toplumsal değerlere savaş açar.
Hamas’ın sivillere yönelik silahlı eylemlerine “mazlumların isyanı” diyen iktidar ve ana akım Türk siyaseti, bu toprakların yüzyıldır, kimliği, dili, varlığı inkâr edilmiş mazlum halklarının her türden siyasal, demokratik talep ve direnişini, çok rahat terör ve güvenlik parantezine alabiliyor.
Toplumun büyük çoğunluğu da tıpkı İsrail’de olduğu gibi bu politikalara rıza gösterebiliyor veya boyun eğiyor. Ortak yalan paydası, devletin güvenliği oluyor.
Bir zamanlar Diyarbakır’da “taş atan çocuklara karşı güvenlik güçlerinin şiddetinin eleştirisine “çocuk, kadın fark etmez” diyen bir başbakan, şimdi cumhurbaşkanı olarak Gazze’de İsrail’in kadınları, çocukları vahşice öldürmesinin vicdansızlık olduğunu söylüyor. Muktedirlerinin vicdan dedikleri işte bu olsa gerek.